enflasyon emeklilik ötv döviz akp chp mhp sondakika hayat sırları hayata dair
DOLAR
32,5670
EURO
34,7178
ALTIN
2.411,47
BIST
9.645,02
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
24°C
İstanbul
24°C
Az Bulutlu
Çarşamba Az Bulutlu
22°C
Perşembe Az Bulutlu
20°C
Cuma Açık
20°C
Cumartesi Az Bulutlu
19°C

Duygu Dolu Bir Başarı Hikayesi; “Kara Çocuk”

Duygu Dolu Bir Başarı Hikayesi; “Kara Çocuk”
21.08.2020
A+
A-

Duygu Dolu Bir Başarı Hikayesi; “Kara Çocuk”

Yetmişli yıllar.. Sivas’ta bir yaz günüydü. Sabahın erken saatleri, sokaklar bomboş herkes yatağında mışıl mışıl uyuyor olmalıydı. Hava serindi, kısa kol gömlekle çıktığım için hafif bir titreme yaşıyordum. Kıvrılarak giden sokaklarda, köşe başlarında vanasız şırıl şırıl akan tatlı sulardan başka ses yoktu.  Evin büyük oğlu olduğum için, sebze halinden taze yoğurt alma görevi bana verilmişti.  Köylüler sabahın erken saatlerinde getirdikleri irili ufaklı bakraç yoğurtları satarak köylerine dönerlerdi.

O yıllar Sivas’ta, düğünlerde davul, zurna, klarnet, dümbelek çalarak geçimini sağlayan insanlar vardı. Bu insanlara “Poşa”denirdi, günümüzdeki Romanlar ile hemen, hemen aynı yaşamı paylaşırlardı. Dünyanın en keyifli, neşeli bu insanları, halkın arasına fazla girmeyip kendi aralarında daha mutlu olurlardı. Daha ziyade, şehrin dış kesimlerinde fazla gelişmeyen semtlerinde, yarım yamalak, derme çatma barınak türü evlerde yaşarlardı.

Vali Muammer İlkokulu önüne geldiğimde, Poşa’lar yine sokaklara yatağı döşeği sermiş yatıyorlardı. Huzursuz ve gergindim. Yataklarına basmadan kıyıdan köşeden geçmeye çalışırken, sessizliği bir çocuğun içini çeke çeke ağlaması bozmuştu. Heyecanlanmıştım. Biraz merak, birazda korkuyla sesin geldiği yöne yöneldiğimde, iri yapılı bir adam, yedi sekiz yaşlarındaki bir çocuğun kulaklarından tutarak ayaklarını yerden kesmişti. Çocuğun canı yanıyor ağlıyor, babası da bağırıyordu! “Lan oğlan; şu zurnayı, çalmayı öğreniyorsan öğren. Yoksa anam avradım olsun, seni mektebe veririm” diyordu. Baba oğul beni karşılarında görünce şaşırmışlardı. Babası çocuğun kulaklarını bırakınca, kara yağız çocuk bir hamlede babasının ellerinden kurtularak kaçmayı başarmıştı.



Nalbantlar başındaki sebze haline gelmiştim. Köylüler taze getirdikleri yoğurtları boy sırasına göre dizmiş, üzerlerine beyaz bez parçası örtmüşlerdi. İki bakraç yoğurdu ayırmıştım ki, karşımda babasının elinden kurtulup kaçan kara çocukla göz göze geldik. Gözyaşlarını elinin tersiyle silmiş ama gözlerinin kızarıklığı ve yüzünde kuruyan gözyaşı lekeleri çok ağladığını ele veriyordu. Gülümsedi bana. Sempatik ve zeki olduğu, hal ve tavırlarından belli oluyordu. “Ağabey, sağ ol. Sen olmasan gitmişti kulaklarım” dedi. “Ben aslında okumayı istiyorum. Babamda zurna çalmamı…” Belli ki, fakirlik bellerini büküyordu. Dar gelir ve yoksulluk içerisinde kıvranan Poşa’ların hayata tutunabilmek için günlük kazançları çok önem taşıdığı için, o yaştaki çocuğun para kazanması, babasının daha işine geliyordu.

Halis’ti ismi çocuğun. “Sakın vazgeçme okuma isteğinden. Bende, lisede okuyorum ”dedim. Okumanın güzelliklerinden bahsettim. “Sana yardım ederim. Kitaplarını, defterini de ben karşılarım. Yeter ki, sen oku, baban gibi davul, zurna çalma.” Halis’in gözlerinin içi gülüyordu. Birisinin onunla ilgilenmesi çok hoşuna gitmişti. Küçük sevinçlere bile hasret kaldığını gözlerinin parlamasından anlayabiliyordum. Evimizi tarif ettim. “Ferhat bostan Yağcı Sokak… Buraya çok yakın oturuyorum. Bir sıkıntın olunca gel. Hem, senin yaşında birçok çocuk var, top oynarsınız arkadaş olursunuz. Bakma babana sen! Bu güzel ülkede yapılacak başka işlerde var” dedim. Kocaman bir gülümseme oluştu Halis’in yüzünde. Bir limana sığınmanın minnettarlığıydı sanki. Bana bakıp “sağ ol ağabey” dedi. Tokalaştık, arkadaş olmuştuk onunla. Bir bakraç yoğurt ona, bir bakraç yoğurt da bana aldım. Yoğurttan artan bozukları da, kara çocuğun cebine harçlık olarak koydum. Eve beraber döndük. Babası tekrar uzanmıştı yatağa. Horultusu sokağı sarmıştı. Halis, ara sıra bizim sokağa gelmeye, yeni arkadaşlar edinmeye, ev halkı da ona ilgi göstermeye başladı. Küçük bir çocuğun dünyasının aydınlandığını fark ediyordum.



O yıl okula başlamıştı Halis! Okul kıyafetlerini çantasını kitaplarını biz almıştık. Çalışkan ve azimliydi. İlkokulu bitirmek üzereyken, ben Sivas’tan ayrılmış, İzmir’de Hava Teknik Okuluna başlamıştım.

İrtibatı hiç kesmedik kara çocukla. Bizim evden ayrılmaz olmuştu. Bizimkiler onu evin bir ferdi gibi kabullenmişlerdi. Yapılması gereken tüm yardımları gönül rahatlığıyla yapıyorlardı. Ailem ve ben onu harçlıksız bırakmamaya çalışıyor, başarılarını gururla takip ediyorduk.

Yıllar birbirini takip etti. Halis, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesinden mezun oldu. Kara çoçuk artık yakışıklı bir doktor olmuştu. Eşim ve ben onun mezuniyetini kutlamak, kep töreninde bulunmak için veda kürsüsünün karşısında yerimizi almıştık. Ailemizden kabul ettiğimiz birinin, bu başarısı bizleri çok mutlu etmişti.

Mezun olan genç doktorlar sırayla konuşmalarını yaparak ayrılıyorlardı. Halis kürsüye geldiğinde, heyecanlı olduğu her halinden belliydi. Şöyle bir yutkunduktan sonra “Bugün farklı bir gün, benim burada olmama sebep olan, hayatıma yön veren yaşamımı anlamlı kılan, maddi manevi yardımlarını esirgemeyen ağabeyime gönül dolusu şükranlarımı, saygı ve sevgimi bu kürsüden teşekkürlerimi haykırmak istiyorum.” Bir ara, göz göze geldik, bütün duygusallığı üzerindeydi. Halis bu sefer farklı ağlıyordu. Bende ağlamıştım, güneş gözlüğüm iyice ıslanmıştı. Halis, öğrenci velilerine ve öğretmenlerine dönerek “Benim hikâyem bir bakraç yoğurtla başladı. Yoluma çıkan ve hayatıma yön veren, yolumu çizmemi sağlayan karanlık dünyamı bir ışık gibi aydınlatan ağabeyim, işte karşımda duruyor. O rayban gözlüklü yakışıklı ağabeyimi, karşıma Allah’ımın çıkardığına inanıyorum.” Diyerek, kürsüden indi ve boynuma sarıldı. Üzeri açık sinema salonu, büyük bir alkışla sarsılıyordu. Benim küçük bir müdahalem, bu kara çocuğun hayata atılarak doktor olmasını sağlamıştı. Halis’in bu minnet dolu yaşlı gözleri beni çok etkilemişti! Yaşamı ve dünyayı anlamak, aydınlatmak adına yaptığım yardımın, insan hayatında bu kadar ciddi bir iş olduğunu o ana kadar anlayamamıştım.

İçimdeki bir ses, kara çocukla karşılaşmamızın tesadüf olmadığını söylüyordu.



Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.