Zeynep, İstanbul’un kenar mahallelerinden birinde, gri beton duvarlarla çevrili bir yetimhanede gözlerini dünyaya açtı. Annesini ve babasını hiç tanımadı; ona söylenen tek şey, bir sonbahar gecesi yetimhanenin kapısına bırakıldığıydı. Bebekken sarıldığı battaniyede sadece “Zeynep” yazan bir not vardı. Bu not, onun kimliğine dair tek ipucuydu. Yetimhanenin soğuk koridorlarında, diğer çocuklarla birlikte büyürken, Zeynep’in içinde hep bir boşluk vardı. Kimdi o? Neden terk edilmişti? Bu sorular, çocuk kalbinde ağır bir yük gibi duruyordu.
Çocukluk Yılları: Umut ve Hayal
Zeynep, sessiz ama meraklı bir çocuktu. Yetimhanenin küçük kütüphanesinde bulduğu eski kitaplar onun en iyi dostlarıydı. Külkedisi, Polyanna, Heidi… Bu hikayeler, ona başka bir dünyanın mümkün olabileceğini fısıldıyordu. Öğretmenleri, Zeynep’in zekasına hayrandı. Matematikteki başarısı, yazdığı kısa hikayeler ve çizdiği resimler, onun sıradan bir çocuk olmadığını gösteriyordu. Ama yetimhanede hayat zordu. Yemekler az, kıyafetler eski, sevgi ise neredeyse yoktu. Zeynep, geceleri yatağında, pencereden sızan ay ışığına bakarak hayal kurardı: Bir gün bir ailesi olacaktı. Onu seven, ona sarılan bir anne, belki bir baba…
On yaşına geldiğinde, bir aile Zeynep’i evlat edinmek istedi. Kalbi umutla doldu. İlk kez bir yuvaya sahip olacaktı. Ancak bu mutluluk kısa sürdü. Evlat edinen aile, Zeynep’i sadece devletin verdiği maddi destek için istemişti. Evde ona hizmetçi gibi davranıyorlardı. Zeynep, gece yarıları gizlice ağlarken, bir kez daha terk edilmiş hissetti. İki yıl sonra, aile onu yetimhaneye geri gönderdi. “Bu kız bize fazla geliyor,” dediler. Zeynep’in kalbi o gün bir kez daha kırıldı.
Gençlik: Mücadele ve Direnç
Zeynep büyüdükçe, içindeki umut yavaş yavaş öfkeye dönüştü. Neden hep o terk ediliyordu? Neden kimse onu gerçekten sevmiyordu? Ama pes etmedi. Yetimhaneden ayrılacağı gün, 18 yaşına bastığında, elinde sadece bir valiz ve birkaç eski kitap vardı. İstanbul’un kalabalığında yapayalnızdı. Bir pastanede garsonluk yapmaya başladı. Gündüzleri çalışıp, geceleri ise açık lise derslerine hazırlanıyordu. Üniversite hayali, onun için bir ışık gibiydi. “Eğer okuyabilirsem,” diyordu kendi kendine, “kimseye muhtaç olmam.”
Pastanedeki müşterilerden biri, Zeynep’in hikayesini öğrenip ona burs buldu. Zeynep, bu fırsatı kaçırmadı. İstanbul Üniversitesi’nde edebiyat bölümüne girmeyi başardı. Ama hayat hâlâ ona kolay davranmıyordu. Hem okuyup hem çalışmak zorundaydı. Yurt odasında, sabaha kadar ders çalışırken, bazen açlıktan midesi guruldardı. Yine de Zeynep’in gözlerinde bir ateş vardı. O, hayatta kalmayı değil, gerçekten yaşamayı istiyordu.
Aşk ve Kırık Kalpler
Üniversite yıllarında, Zeynep’in hayatına Ali girdi. Ali, aynı bölümden bir öğrenciydi. Güler yüzlü, anlayışlı ve Zeynep’in yaralarını gören biriydi. İlk kez biri, Zeynep’i gerçekten dinliyor, onun hikayesine değer veriyordu. Zeynep, Ali’ye âşık oldu. Onunla geçirdiği her an, çocukluğunda özlediği sevgiyi hissettiriyordu. Ali, Zeynep’e bir defter hediye etti ve “Senin hikayeni yazmalısın,” dedi. “Dünya seni tanımalı.”
Ama mutluluk, Zeynep’in hayatında hep kısa sürüyordu. Ali’nin ailesi, Zeynep’in yetimhanede büyüdüğünü öğrenince ilişkiye karşı çıktı. “Bizim oğlumuza layık değil,” dediler. Ali, ailesine karşı gelmedi. Zeynep’i terk etti. O gün, Zeynep bir kez daha anladı: Sevgi, onun için hep bir hayal olacaktı. Ali’nin hediye ettiği defteri yırttı, ama yazmayı bırakmadı. Acısını, öfkesini, umutlarını kelimelere döktü. Yazmak, onun terapisi oldu.
Yeniden Doğuş
Zeynep, üniversiteyi dereceyle bitirdi. Bir yayınevinde editör olarak işe başladı. Artık kendi ayakları üzerinde duruyordu. Ama içindeki boşluk hâlâ oradaydı. Bir gün, çalıştığı yayınevine gelen bir mektup her şeyi değiştirdi. Mektup, Zeynep’in annesinden geliyordu. Kadın, Zeynep’i doğurduğunda sadece 16 yaşındaydı ve ailesi tarafından reddedilmişti. Zeynep’i yetimhaneye bırakmaktan başka çaresi olmadığını yazmıştı. Şimdi, yıllar sonra, kızını bulmak istiyordu.
Zeynep, annesiyle buluşmaya karar verdi. Karşılaştıklarında, ikisi de gözyaşlarına boğuldu. Annesi, Zeynep’e sarılıp, “Seni hiç unutmadım,” dedi. Ama Zeynep’in kalbi karmakarışıktı. Yıllarca hissettiği terk edilmişlik, bir anda silinmezdi. Yine de annesiyle yavaş yavaş bir bağ kurmaya başladı. Bu, onun için bir kapanış değil, yeni bir başlangıçtı.
Bugün: Zeynep’in Zaferi
Zeynep, 30 yaşına geldiğinde, kendi hikayesini bir romana dönüştürdü. Kitabı, Türkiye’de çok satanlar listesine girdi. Okuyucular, Zeynep’in acılarından, mücadelelerinden ve direncinden ilham aldı. Zeynep, artık sadece bir yetim değildi; o, milyonlara umut veren bir sesti. Bir gün, bir imza gününde, bir genç kız Zeynep’e yaklaştı ve “Sizin hikayeniz beni hayatta tuttu,” dedi. Zeynep, o an, tüm acılarının bir anlamı olduğunu hissetti.
Zeynep’in hikayesi, bir peri masalı gibi mutlu sonla bitmedi. Hâlâ geceleri yalnızlık hissettiği oluyordu. Ama o, kendi masalını yazmıştı. Terk edilmiş bir bebekten, kendi yolunu çizen güçlü bir kadına dönüşmüştü. Ve belki de en önemlisi, Zeynep, sevgiyi başkalarına verebilmeyi öğrenmişti. Çünkü o, sevginin, sadece alınacak bir şey değil, verilecek bir hazine olduğunu anlamıştı.