Yolun ortasında heykel gibi kıpırdamadan duran bir at vardı. Arabamı süzüyor, kenara çekilmeden bekliyordu. Hızımı düşürüp neredeyse duracakken bir anda kenara fırladı ve gözden kayboldu. “Korktu herhalde,” diye düşündüm, gazlamaya hazırlandım. Fakat az sonra başka taraftan çıkıp geri geldi, yol kenarında gidip geliyor, gözünü benden ayırmıyor, adeta bir şey anlatmaya çalışıyordu. Telaşlıydı, ama kaçmıyor, hep aynı yerde dolanıyordu.
Motoru kapatıp kapıyı açtığım anda sanki tam da bunu bekliyormuş gibi oldu; beni adeta peşine çağırıyordu. Atın izinden yürüdüm. Arabadan yaklaşık elli metre sonra yeşil metal parmaklıkların içinde bir hareket fark ettim. Yaklaştıkça nefesim kesildi: küçük bir tay, parmaklıkların arasına sıkışmış, geçmeye çalışırken bacakları takılmış, ileri geri kıpırdayamıyordu. İncecik bedeni titriyor, korkuyla inliyor, kurtulma çabasıyla demirin boyasını bile kazımıştı. Yanımızdaki atın aslında anne olduğunu o an anladım; gözleri endişeyle bana bakıyordu.
Yavaşça yaklaşarak tayı ürkütmemeye çalıştım ve bacaklarını kurtarmaya başladım. Biraz direnç gösterse de niyetimin kötü olmadığını hissedince sakinleşti. Kısa bir uğraşın ardından serbest kaldı. Yorgunluktan dizlerinin bağı çözülürcesine ayağa kalktı, sonra annesine sığındı. Anne, yavrusunu koklayıp iyi olduğuna emin olduktan sonra, bana son bir bakış atarak birlikte uzak çayırlara koştular.
Olduğum yerde kalakaldım. O an, hayvanların sadece hissedip hissetmediğini değil, aynı zamanda anlayabildiklerini ve yardım isteyebildiklerini de bir kez daha anladım. Aldığım en içten teşekkür belki de buydu.
Üstteki Resimden Diğer Sayfaya Geçiş Yaparak Haberin Devamını Okuyabilirsiniz..