O andan itibaren evimize adım atmadım bir daha.
İnceleme odası soğuktu, görünmeyen ama hissedilen bir gerginlik havası vardı. Dr. Martin, karımın karnı üzerinde probu yavaşça hareket ettirirken alnındaki çatıklar, notlarından ekrana sürekli geçen gözleri her şeyi ele veriyordu.
Daha sonra bekleme odasından beni çağırdı: “Bay Miller,” dedi. “Biraz yalnız konuşmamız lazım.”
İçeri girdiğimizde kapıyı kapattı. Normalde sıcak bakışlarını taşıyan gözleri bu kez bir yük taşıyor gibiydi; bana üşüten ciddiyetle konuştu:
“David,” dedi ölçülü bir tonla, “söyleyeceğim şey zor olacak.”
Ultrason ölçümleri, karımın verdiği zaman çizelgesiyle uymuyordu. Hesaplara göre hamilelik yaklaşık yirmi altı haftalık olmalıydı, ama karım yirmi üç hafta olduğunu söylüyordu.
Donakaldım. “Bu ne anlama geliyor?” dedim boğazım düğümlenmiş halde.
“Demek ki,” dedi doktor hem sert hem şefkatli bir sesle, “çocuğun düşümü sizin Denver’da iş gezisindeyken mümkün olmuş.”
Tüm puzzle parçaları yerli yerine oturdu: gizli telefon görüşmeleri, kendini garip hissettiren davranışlar, açıklanamayan yoklu-lar… Hepsi acımasızca anlam kazanmıştı.
Odaya geri döndüğümüzde Anna hâlâ yatıyordu; sessizce akıyordu gözyaşları yanaklarından. Zaten biliyordu gerçeği; ben de öğrenmiştim.
“Göster,” dedim soğuk bir sesle.
Doktor ekranı gösterdi. Bebek hareket ediyor, kalbi güçlüydü… ama benim değildi.
“David, her şeyi açıklayabilirim,” dedi Anna hıçkırarak.
Mostra sustum. İçimdeki sessizlik sadece gözyaşlarıyla bölünüyordu.
“Bu bir tercih değildi…” fısıldadı sonunda. “O gece olanları asla söyleyecek gücü bulamadım. Seni, bizi kaybetmekten korktum…”
O an anladım ki hayatım tamamen değişmişti: sadece bir yalan değil; karımın tek başına taşıdığı bir yük.
Seçim benimdi o günden itibaren: burada kalmak mı, gerçeğiyle yüzleşmek mi; yoksa gitmek mi ve bir daha asla geri bakmamak mı.
Üstteki Resimden Diğer Sayfaya Geçiş Yaparak Haberin Devamını Okuyabilirsiniz..