İçimdeki acı öylesine yoğundu ki, denize bakmak dahi zulüm gibi geliyordu. O kadar ki, üç yıl boyunca deniz kenarlarına yaklaşamadım bile. İçimde biriken acı, su gibi her şeyi sardı.
Ta ki, bir gün psikoloğumun özenle sunduğu bir öneriyle… “Denizi yeniden görsen nasıl olur? Bunu bir mezar değil, bir parçam olarak yeniden tanısan?” sözleri içimde depremler yarattı. Artık kaçmak değil, yüzleşmek zamanıydı. Uzak bir kıyıya, yalnız başıma gitmeye karar verdim.
İlk sabah… Dalga sesleri, martı çığlıkları, tuzlu rüzgar… Her şey bir kez daha yaramı kanattı. Sahile oturdum, kalbim yumruk gibi atıyordu. Etrafımda hayat devam ediyordu; çocuklar kumlarda oynuyordu, kahkahalar yükseliyordu. İçimden bir ses fısıldadı: “Sen de devam etmelisin.”
Adımlarım beni suyun kıyısına getirdi. Sahili adımlarken önümde küçük bir kızla oynayan bir adam belirdi. Hayatımın şokuyla donup kaldım. Siluet tanıdık, duruş, hareketler… Beni öyle derinden etkilemişti ki, adı Anthony olmalıydı! Kalbimdeki zanna rağmen, bacaklarım kendi kendine koştu.
“Anthony?” nefesim titrek çıktı. Adam dönüp bana baktı, tanımaz bir yabancı gibi. Adını “Drake” olarak tanıttı; karısıyla Lisa ve küçük kızları Maya ile birlikteydi. Nazik ve samimiydiler; benim şaşkınlığım karşısında gösterdikleri şefkat kibar bir sınır çiziyordu.
Akşam, beklenmedik bir şekilde, Lisa kapımı çaldı. Küçük bir havuz başında oturduk. Bana anlattı: Bir fırtına sonrası kıyıda bulunan ve hafızasını kaybetmiş bir adam vardı; onu “Drake” olarak adlandırmışlardı. Bu isim, bulunup da ona ulaştırılan bir karttan geliyordu. O, gerçek kimliğini hiç hatırlamamıştı; ama Lisa’ya ve Maya’ya hayat boyu sürecek bir sevgiyle bağlanmıştı. Sahiden…
Ertesi gün birlikte bir kafede buluştuk. Fotoğrafları, evimizi, sevdamızı, yaşanan acıyı anlattım. Gözleri dolu doluydu ama yüreğindeki hisler benim geçmişime ait değildi artık. Hisleri Lisa ve Maya’ya aitti.
Maya aniden babasının kucağına atıldı; bir an için tanıdığım sevgi dolu bakışı gördüm ama bu, artık bana ait değildi. O andan itibaren içinde bir şey ya kırıldı ya da tamamen özgürleşti…
“Artık sen benim değilsin,” dedim içimden. “Sen Drake’sin, onlar için bir direksin. Ben… yeniden kendim için yeniden doğmalıyım.”
Ayrıldık. Sessiz, kavgadan uzak. Lisa’nın sarılışı şefkat, utanılacak bir şey değildi—tam aksine, insanlığın sıcak bir simgesiydi.
O günün sonunda sahile döndüm; gözyaşı yoktu. Ufka bakarken üç yılın içinde unuttuğum o hissi yeniden tattım: özgürlük. İyileşmek bazen geri alabilmek değil; bırakabilmekmiş. Unutmamak, ama yaşam için yer açmak demekmiş…
Deniz artık düşman değildi. Yine denizdi. Ve ben, nihayet, ben olmuştum yeniden.
Üstteki Resimden Diğer Sayfaya Geçiş Yaparak Haberin Devamını Okuyabilirsiniz..