Kadının elini tutuyordu küçük çocuk; annesinin titrek nefesini duyar gibiydi. Kısa süre öncesine kadar neredeyse hiç konuşmamıştı. Lakin o an—anne eğilip fısıldadı:
“Baba’ya veda etmek ister misin?”
Çocuk başını salladı. Sessizce kaldırıldı, tabutun kenarına yaklaştırıldı, gözlerini yıkayan bozuk ışıkta babasının huzur dolu yüzüne baktı. Sonra, bir çocuğun o saf diliyle fısıldadı:
— “Babacığım, sadece uyuyor.”
O sözler odadaki havayı bir kez daha sarsmadı. Ama bir an sonra biraz hıçkırıkla ağlamaya başladı. Ellerini tabuta uzattı:
— “Babacığım, uyan lütfen! Sen sadece uyuyorsun!”
Göz göze geldik herkesle; bedenler dondu. Anne kızını kollarına aldı, ama küçük kız sözün kısıldığı bir fısıltıyla ekledi:
— “Dün gece seni evde gördüm; kapıda duruyordun… Bizi sessizce izledin.”
Tüm odada bir çalkantı başladı. Kimileri birbirine baktı, bazıları titredi. İnsanlar kulak kabarttı; çünkü söylenen kelimeler masum bir hayal gibi görünmüyordu. Derken bir fısıltı yayıldı:
— “Orada birisi duruyor.”
Bakışlar geriye, karanlık köşelere çevrildi. Soluk bir ışığın altında bir adam göründü; tabutun içindekiyle o kadar benzerdi ki sanki aynaydı. Yüz hatları, duruşu, her şeyiyle sanki sadece bir fısıltı kadar uzağındaydı… ama gerçekte oradaydı.
Ardından duyuldu açıklama: o, ölen adamın ikiz kardeşiydi. Yıllardır başka bir şehirde yaşıyor, aile ile bağları neredeyse kesilmişti. Sadece cenazeye katılmak için gelmiş, öne çıkmaktan kaçınmıştı.
Ebeveynler gülümsedi—hafif ama kırık bir gülümseme. Küçük kızın gözleri, o anda yalnızca bir çocuk dünyasının kalbinden gelen bir dürüstlükle konuşuyordu: “Baba hâlâ burada.”
Ve o anda ayakta durmuş olan herkes için bu duygu belki mantıktan öteydi, ama gerçeği değiştirmiyordu. Küçük kız yüreğinde ne hissediyorsa; o ânı kimse bozamadı.
Üstteki Resimden Diğer Sayfaya Geçiş Yaparak Haberin Devamını Okuyabilirsiniz..