Bir akşam posta kutumda zarif bir zarf buldum. Açtığımda gördüğüm şey bir düğün davetiyesi değil, 90 bin dolarlık bir faturaydı. İçinde, düğün masrafları ve balayına dair kalem kalem yazılmış rakamlar vardı. Altına ise gülücük işareti çizmiş, “Katılmadığın için şükret, bari katkını böyle yap” yazmıştı. Bir “şaka”ydı belki ama bıçak gibi saplandı.
O an hiçbir şey söylemedim. Telefonu elime alıp öfke dolu mesajlar atabilirdim, ailesine rezalet çıkarabilirdim. Yapmadım. Bunun yerine içimde derin bir sessizlikle, kimsenin beklemediği bir plan yapmaya başladım. Oğlumun hayal ettiği gösterişli töreni, onun sandığı gibi kusursuz olmayacaktı.
Sessizce ama kararlı adımlarla düğünün yapılacağı mekânın yöneticisiyle iletişime geçtim. Geçmişte bizzat benim adıma yapılan rezervasyonların hâlâ geçerli olduğunu öğrendiğimde gülümsemem geri geldi. Oğlumun adını kullanarak iş yaptırmıştı, ama imzalar hâlâ benim üzerimdeydi. Birkaç küçük hamleyle sözleşmeleri gözden geçirdim, bazı şartları iptal ettirdim.
Günü geldiğinde, oğlum ve müstakbel gelini o salona geldiklerinde, hayallerindeki görkemli manzarayla değil, boş ve hazırlıksız bir mekânla karşılaştılar. Masalar eksikti, süslemeler yarım kalmıştı, rezervasyonun sorumlusu ellerinde belgelerle hepsinin bana bağlı olduğunu gösterdi.
O an onların yüzünde gördüğüm ifade, faturadaki gülücükten çok daha fazlasını anlatıyordu. Benim için mesele intikam değil, saygının ne anlama geldiğini öğretmekti. Oğlum, kendi annesini misafir listesine almadan 90 bin dolarlık hayaller peşinde koşarken, en küçük ayrıntıyı gözden kaçırmıştı: Her şeyin temelinde hâlâ ben vardım.
Üstteki Resimden Diğer Sayfaya Geçiş Yaparak Haberin Devamını Okuyabilirsiniz..