O gün eve biraz geç kalmıştım. Anahtarım çantamın dibine karışmıştı, zor buldum. Kapıyı sessizce açtım. Ev karanlıktı. Babam, emekli polis olduğu için ışıkların hep açık olmasına dikkat ederdi. Bu kez bir tuhaflık vardı. İçeri adımımı atmamla birlikte, koridorun sonunda ansızın bir ışık parladı — ve babam, elinde telefonla karşımdaydı. Gözleri öfke doluydu.
“Olduğun yerde kal!” diye bağırdı. “Polis geliyor!”
Donup kaldım. “Baba? Benim!” dedim.
Ama gözleri beni görmüyordu. Sanki tanımadığı biri gibiydim ona. “Çok geç! Kasayı açmışsın. Paralar yok!” dedi.
O an anlamadım bile ne dediğini. Sadece korkuyla baktım yüzüne. Az önce sevgiyle bana “kızım” diyen o adam gitmişti sanki. Yerinde sadece bir şüphe ve hayal kırıklığı taşıyan biri vardı.
Polis geldi. Kimliğimi verdim. Açıklamaya çalıştım ama babam kararlıydı. “Evde benden başka kimse bilmiyor kasanın yerini. Ve bu sabah oradaydı. Şimdi boş.”
Beni ekip arabasına bindirdiler. O soğuk koltukta otururken, gözyaşlarım akmadan önce içime aktı. Kendi babam… Beni tanımamıştı. Bana inanmamıştı.
Emniyette ifade verirken, elimdeki tek şey doğruyu söylemekti. O kasanın nerede olduğunu gerçekten biliyordum — çünkü yıllar önce annem bana göstermişti. “Babanla bir şey olursa, bu senin güvencen,” demişti. Ama annem vefat edince o sır bir daha açılmamıştı.
Polisler evin kamera kayıtlarını, parmak izlerini ve güvenlik sistemini incelemeye başladı. Olaydan bir gün önce eve giren bir temizlik görevlisinin, güvenlik kamerasına takılmamış şekilde arka pencereden içeri sızdığı tespit edildi. O kişinin sahte kimlikle çalıştığı, evin içini incelediği ortaya çıktı.
İki gün sonra, polis beni serbest bıraktı. Gerçek hırsız, başka bir şehirde yakalandı. Çaldığı eşyaların bir kısmı arabasında bulundu. Babam karakola geldiğinde gözleri yere eğikti.
“Baba,” dedim sadece.
Sustu.
Yavaşça yaklaştı.
“Ben… Sana güvenmem gerekirdi. Ne bileyim… O panikle… Seni bile…”
Sesi çatallandı.
“Beni değil,” dedim. “Sana bıraktığın güveni çaldılar, baba. Ama ben buradayım hâlâ.”
Birbirimize sarıldık. Soğuk, sert duvarlar arasında içimizi ısıtan tek şey o an kurulan köprüyü hissetmekti.
Güven yıkılınca tamiri kolay olmuyor. Ama yeniden inşa etmek mümkün.
Ve biz, o gün bunun ilk tuğlasını koyduk.
Üstteki Resimden Diğer Sayfaya Geçiş Yaparak Haberin Devamını Okuyabilirsiniz..