Karım ve kızım için buketler almak üzere bir çiçekçiye girdim. Zaten birini seçmiştim ki girişte aniden yaşlı bir adam gördüm.
Eski moda bir yağmurluk, kırışık pantolon, çizmeler, yağmurluğun altında sade bir gömlek.
Evsiz birine benzemiyordu. Sadece fakirdi. Ama aynı zamanda şaşırtıcı derecede temiz ve gururluydu.
Genç bir kız olan bir satış elemanı yaşlı adama yaklaştı. Ona bakmadı bile, hemen konuşmaya başladı:
Adamcağız başını öne eğdi, gözleri doldu. Sesinde titrek, ama derin bir hüzün vardı. Zar zor konuşabildi:
— Bugün eşimin ölüm yıl dönümü…
— Gençken hep mimoza alırdım ona.
— Çok severdi. “Baharın kokusu” derdi mimoza için.
— Param yok, doğru. Ama… sadece koklamak istemiştim. Onu biraz olsun hatırlamak…
Çiçekçide kısa bir sessizlik oldu. Zaman durmuş gibiydi. Genç satış elemanının yüzündeki sinir bir anda yok oldu. Yerini utanma aldı.
Ben orada öylece kalakaldım. Elimdeki gösterişli buket bir anda anlamsızlaştı. O adamın kırışık elleri, o yumuşacık sesi, ve sadece bir dal mimozayla hatırlamak istediği aşk… Boğazım düğümlendi.
Hiç düşünmeden yaklaştım.
— Bey amca, izin verirsen o mimozayı ben alayım sana. Hatta… iki dal olsun.
Adam önce şaşırdı, sonra gözlerinden yaşlar süzüldü. Teşekkür etti. Sadece başını eğerek. Ve o iki dal mimozayı elinde tutarken sanki tüm dünyanın en değerli çiçekleriymiş gibi narin taşıdı.
Satış elemanı gözyaşlarını tutamıyordu. Tezgâhın arkasına gizlendi. Ben ise çiçekleri yeniden seçtim. Bu sefer daha farklı düşündüm:
Karıma kırmızı gül değil, birlikte atlattığımız zorlukları simgeleyen bir zambak buketi.
Kızıma rengârenk, umut dolu papatyalar.
Çünkü o gün öğrendim ki, bir çiçek bazen sadece bir süs değil…
Bazen bir özür, bir anı, bir veda, ya da bir ömürlük sevgi taşıyabilir.
Üstteki Resimden Diğer Sayfaya Geçiş Yaparak Haberin Devamını Okuyabilirsiniz..