enflasyon emeklilik ötv döviz akp chp mhp sondakika hayat sırları hayata dair
DOLAR
35,9562
EURO
37,3763
ALTIN
3.308,30
BIST
9.807,10
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Hafif Yağmurlu
4°C
İstanbul
4°C
Hafif Yağmurlu
Perşembe Hafif Yağmurlu
5°C
Cuma Hafif Yağmurlu
8°C
Cumartesi Hafif Yağmurlu
7°C
Pazar Hafif Yağmurlu
7°C

Çocuklarda çekingenlik… – Pedagog Adem Güneş

Çocuklarda çekingenlik… – Pedagog Adem Güneş

Mahcubiyet ve utanma hissi çocukluğun en güzel duygularıdır.

Bundandır ki, her çocuk dışarıda çekingen, evde atılgandır.

Ancak, hataları eleştirilmiş, yanlışlarından dolayı sürekli suçlanmış çocuklar doğallığı yitirilmiş bir çekingenlik içindedir.



Çocuksu utangaçlık değil, değersizlik hissinden kaynaklanan bir çekiniklik içindedirler.

Böylesi çocukların ihtiyacı olan şey, değerlilik hissidir.

Anne babalar yanlış ve hatalı davranışlarında çocuklarından özür dilemeyi bilmeli.

Çocuklarına küsmemeli.

Duygusal baskı altında tutarak davranışlarını düzelteceğine inançlarını bırakmalıdır.

9 yaşlarında bir kız çocuğunu getirmişti ailesi.

Çocuklarının son zamanlarda iyice içe kapandığını, çevre ile ilişkisini neredeyse tamamen kestiğini anlatmışlardı.

Aileyi dinledikten sonra bir de kızlarını görmek istedim.

Geldi yanıma çocuk…

Daha odaya girdiği anda içim sızladı.



Omuzları yukarı kalkmış, baş omuzlar arasına saklanmış, eller yürürken sallanmaz hâlde bedenin yanında unutulmuş, adımlar kısa, küçük ve ürkek.

“Sorun nedir?” diye sordum, “Neden buraya geldiniz?”

Çocuk, “Annem babam beni biraz çekingen buluyorlar da o yüzden.” dedi.

– Peki, sence, çekingen misin?

– Bilmem… Belki… Biraz…

– Buraya girerken de çekinerek mi girdin?

– Hı hı…

– Yeni gittiğin yerlerde mi çekiniyorsun hep?

– Evet, onun için ben de bir yere gitmek istemiyorum.

Çünkü bir yerlere gidince, birileri ile konuşmak zorunda oluyorum, kalbim hızlı hızlı atıyor, terliyorum.

– Neden?

-Bilmiyorum… Yanlış bir şey yapacağım gibi geliyor sanki.

Yanlış şeyler söyleyeceğim.

Komik duruma düşeceğim, diye korku oluyor içimde.

Bazen de karşımdaki kişinin beni azarlayacağını düşünüyorum.

O zaman da konuşmak istemiyorum.

– Çevrendeki en kızgın kişi kim?

– Hımm… Annem… Ama annemi ben kızdırdığım için kızıyor, yoksa kızmaz ki!

– Nasıl kızdırırsın mesela anneni?

– Onun dediğini yapmayınca kızar hemen. Ben de onu kızdırmamak için dediğini yapmalıyım.

– Yapmazsan?

– Bağırır o zaman…

Çocuğu dinledikçe nasıl da ‘suçluluk hissi’ edindiğini içim acıyarak gördüm.

Annesi ona kızsa da azarlasa da çocuk her halükarda kendini suçlu hissediyor.

Daha o küçük yaşta, annesinden edilgen olmayı, karşısındaki kişinin isteğini yerine getirmeyince nasıl da aşağılanacağını bizzat öğrenmişti.

Böylesi bir öğrenme, kalıcı bir öğrenmedir.

Zira insanın öğrenmesi iki şekildedir.

Biri ‘zihin’ ile diğeri ‘ruh’ ile.

Zihinsel öğrenmeye ‘ezber’, ruhsal öğrenmeye ‘edinme’ diyoruz.

Edinilmiş bilgiler kişiliğin bir parçasını oluşturur.

Ürkeklik, korkaklık, çekingenlik veya agresiflik gibi.

İnsanın duyması da iki şekildedir.

Biri ‘kulak’ ile diğeri ‘ruh’ ile.

Kulağın duymasına ‘işitme’, ruhun duymasına ‘his’ diyoruz.

Hisler duyguların tetikçisidir.

Duygular ise davranışları oluşturur.

Ruhta uzun süre kalıcı hisler, ‘huy’ olan davranışa dönüşür.

Huylar kalıcıdır.

Çekingenliği için yanıma getirilen çocukta da kalıcı olan hisler ‘suçluluk’ ve ‘değersizlik’ idi.

Bu kalıcı hislerle çocuğun başı omuzlar arasına saklanmış, ürkek bir kuş gibi insanlardan uzak duruyordu.

Bu çocuğun annesi ile duygusal bir bağı olduğu için, annesinin kendisine kızmasını
‘ruhu’ ile dinliyordu.

Ruhunda duydukları, hislerini oluşturmuştu.

Böylece çocuk, aslında, aşağılanmayı kitaplardan değil, bizzat kendi ruhunda yaşayarak öğrenmişti.

Bir ebeveynin çocuğuna bağırması, aşağılaması, belki o an işe yaramış olabilir ve belki çocuk, ebeveynin istediği davranışı yerine de getirmiş olabilir.

Ancak atılan taş ürkütülen kurbağalara değmez.

Bir iş yaptırma uğruna çocuğun ‘değersizlik hissi’ edinmesi ve bu değersizlikten kaynaklanan davranış bozukluklarına girmesi hiçbir anne-babanın işine yaramaz.

Asıl olan şey, çocuğa kendini değerli hissettirecek bir ebeveynlik tarzı benimsemektir.

Ve bu çocuğa bir lütuf değil, onun yaratılıştan hakkıdır.

Zira çocuk, siz değer verdiğiniz için değil, yaratılış gereği zaten değerlidir.

Siz onun bu değerini görseniz de görmeseniz de…

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.