Köyümüz, dağların eteğinde, ormanla iç içe küçücük bir yerdi. Herkes birbirini tanır, gelen gideni bilir, en küçük değişiklik bile hemen fark edilirdi. Ama o yıl, kış normalden erken gelmişti. Soğuk da bir başka türlüydü; sert, huzursuz edici… Hava kararınca köylü dışarı çıkmazdı. Çünkü her gece, ormandan gelen garip bir uluma sesi yankılanıyordu.
Kimse cesaret edip kaynağını aramamıştı. Ta ki ben, o sabah ormana odun toplamaya gidene kadar.
Sis, ağaçların arasında dans ediyordu. Sessizlik tuhaftı — ne kuş sesi, ne yaprak hışırtısı… Sadece kendi nefesimi duyuyordum. Tam baltayı yere vuracakken, karşımdaki yaşlı meşe ağacının gövdesinde bir karaltı fark ettim.
Bir kurt.
Ama yerde değil… ağacın içinde.
İlk başta gözlerime inanamadım. Ağacın gövdesinde geniş bir kovuk vardı ve içeride buz gibi bakan iki göz parlıyordu. Gri tüyleri, ağacın iç yüzeyiyle neredeyse aynı renkti. Sessizdi. Ne hırladı, ne kaçtı. Sadece baktı.
Donup kaldım. Kurtlar genellikle mağaralarda ya da çalılıkların arasında saklanırdı. Ama bu… ağaçta yaşıyordu. Ve sanki… bir sır taşıyordu.
Ertesi gün yaşlı Ali Dede’ye anlatınca gözleri kocaman açıldı. “Orası Kara Meşe,” dedi. “Kırk yıl önce orada da bir kurt görünmüştü. O zaman da kötü bir kış olmuştu. Kurt, ormanın koruyucusudur derler. Ama ağaçta belirirse, bu… bir uyarıdır evlat.”
Gözlerime inanamıyordum ama içimde bir ağırlık vardı. Ertesi gün, köyün üstündeki dere taştı. Erzakların saklandığı ambar çöktü. İnsanlar panik içindeydi. Ama ben biliyordum. O kurt, sadece ormanın değil, bizim kaderimizin de habercisiydi sanki.
Bir gece, fırtına koparken yeniden ormana gittim. Ağaç aynıydı. Ama kurt yoktu artık.
Yalnızca iç içe geçmiş pençe izleri ve gövdeye çizilmiş gibi duran bir şekil:
Hilal.
O günden sonra uluma sesi hiç duyulmadı. Fırtınalar dindi. Ama her kış geldiğinde, yaşlı meşeye kimse yaklaşmaz. Çünkü herkes bilir:
Bir zamanlar o ağaçta bir kurt vardı.
Ve o kurt, hâlâ bizi izliyor olabilir.
Üstteki Resimden Diğer Sayfaya Geçiş Yaparak Haberin Devamını Okuyabilirsiniz..