Sabah güneşi, Julia’nın bahçesini altın rengi bir ışıkla yıkarken, gül çalılarının yanında çömelmiş, ellerini bahçe eldivenleriyle kapatmış, toprağı dikkatlice diplerine bastırıyordu.
Çiçeklerin hafif kokusu, sabahın serin havasıyla karışarak, taşıdığı stresten anlık bir kaçış sağlıyordu.
Bu onun sığınağıydı; dünyanın hâlâ kontrolünde hissettiği tek köşesiydi.
Ve sonra kaçınmayı umduğu ses geldi.
“Dışarıda mısın, Julia? Gün doğumunda bahçeyle mi ilgileniyorsun? Ne kadar etkileyici,” diye seslendi Nancy, şekerli tonu her zamanki küçümseme duygusunu zarzor gizlemişti.
Julia başını kaldırıp içten bir gülümseme zorladı.
Nancy orada duruyordu, kusursuz bir çiçek kıyafeti giymişti, sanki gerçek dünyadan ziyade parlak bir ev dergisinden çıkmış gibi, tek bir saçı bile yerinden oynamamıştı.
“Günaydın, Nancy,” diye karşılık verdi Julia sakin bir şekilde, ama çenesi kasılmıştı.
“Bunun üstünde kalmaya çalışıyorum. Elbette benim bahçem her zaman seninki kadar bakımlı görünmüyor.”
Nancy’nin gülümsemesi biraz daha keskinleşti.
“Ah, kendine karşı çok sert olma. Hepimizin kendi standartları var. Seninkiler sadece… biraz farklı.””İdeal komşu olmak”—Julia’nın nihai arzusuydu. Mahalledeki diğer kadınlar için bir örnek olmayı özlüyordu. Bu yüzden annesi bir Harley-Davidson ile garaj yoluna girdiğinde, Julia’nın ifadesi paha biçilemezdi. O kadar mahcup olmuştu ki neredeyse annesine gitmesini söyleyecekti. Ama bir şey onu geri tutuyordu: gerçek.
Üstteki Resimden Diğer Sayfaya Geçiş Yaparak Haberin Devamını Okuyabilirsiniz..