Hani bir hikâye vardır.
Fakir ama çok mutlu bir çift, komşuları olan zengin ama mutsuz bir çift varmış. Zengin adamın karısı fakir çiftin mutluluğuna akıl sır erdiremiyor, onları çok kıskanıyormuş. Kocasına demiş ki “Git sor bakayım şu adama… Nedir bunların mutluluğunun sırrı?”
Zengin adam, fakir komşusuna sormuş. “Komşu, sizin üstünüz başınız dökülüyor. Akşam eve yiyecek yemek zor getiriyorsunuz. Yine de çok mutlusunuz. Nedir bunun sırrı?”
Fakir adam cevap vermiş: “Çok kolay. Karımla benim bir altın topumuz var. Her akşam onu birbirimize atıp duruyoruz.”
Zengin adamda para çok ya… Hemen bir altın top alıp eve getirmiş. O karısına atmış, karısı ona atmış derken… Yok, hiç de mutlu olmamışlar.
Gitmiş, fakir komşusuna tekrar sormuş. “Yahu, komşu. Ben de bir altın top aldım. Karımla da birbirimize atıp durduk. Ama hiç mutlu olmadık. Siz nasıl beceriyorsunuz?”
Fakir komşusu gülmüş. “Komşu” demiş, “bizim bir çocuğumuz var. Evin içinde bir karımın kucağında, bir benim kucağımda gezer, durur. Budur bizim mutluluğumuzun sırrı.”
Bunun gibi bir şeyler…
Kaç evli (ya da evli hayatı yaşayan) çift “Evet, biz çocuk olduktan sonra daha da mutlu olduk. Çocuğumuz çift olarak mutluluğumuzu perçinledi” diyebiliyor?
Birey olarak daha mutlu olmaktan bahsetmiyorum. Artık “Anne” olduğunuz için mutluluğunuz boyut değiştirmiş olabilir. “Baba” olduğunuz, bir cana can verdiğiniz için daha önce hissetmediğiniz duygular hissediyor olabilirsiniz.
Çift olarak mutlu olmaktan bahsediyorum. Karı-koca olarak… Kadın ve erkek olarak… Sevgili olarak…
Çocuklarınız olmadan önceki halinizi hatırlayın.
Ve düşünün: Eskiden mi daha mutluydunuz, yoksa şimdi mi?