Mahkeme kararıyla CHP İstanbul İl Başkanlığı’na geçici yönetim olarak atanan Gürsel Tekin ve heyeti, siyasi gündemde tartışmaların odağında yer almaya devam ederken, Yüksek Seçim Kurulu’ndan gelen son karar, sürecin seyrini kökten değiştirdi. YSK, kayyum heyetinin ve görevden alınan eski yönetimin olağanüstü il kongresinde oy kullanamayacağına hükmederek, hem teknik hem de sembolik olarak büyük bir sınır çizdi. Bu karar, sadece bir prosedür detayı değil; parti içi iktidar mücadelesinin doğrudan bir parçası olarak okunmalı.
Gürsel Tekin, kamuoyunda yıllardır CHP’nin önemli figürlerinden biri olarak biliniyor. Ancak bu son gelişme, onun etkinliğini tartışmalı hale getirdi. Bir yönetime hukuken atanmış olmak, siyasal süreçte meşruiyet üretmeye yetmediği gibi, delegelik hakkı gibi doğrudan temsil gücünü etkileyen alanlarda dışlanmak, Tekin’in etkisini kısıtlayan bir faktör haline geldi. Kongrelerde oy kullanamayan bir yönetimin partideki reform iddiası, doğal olarak sorgulanır hale gelir.
YSK’nın kararı, siyasetin hukuka bağımlı yapısını bir kez daha ortaya koydu. Parti içi dinamiklerle şekillenen bir sürecin, adli mercilerle dışardan belirlenmesi, hem CHP’nin kendi içinde çözmesi gereken krizleri gözler önüne serdi, hem de muhalefetin demokratik kapasitesi konusunda yeni sorular doğurdu. Yargı kararlarının böylesine siyasi karşılıklar üretmesi, Türkiye’deki partilerin iç hukuk mekanizmalarının yetersizliğine dair açık bir işarettir.
Süreç yalnızca bir ismin oy kullanıp kullanamamasıyla sınırlı değil. Bu karar, kongre sürecindeki güç haritasını doğrudan etkileyen bir müdahale niteliği taşıyor. Mevcut yönetimin karar alma ve yönlendirme gücü, delege oylarıyla şekillendiği için, Tekin ve ekibinin bu hakkı kullanamaması onları yalnızca idari bir “geçici heyet” konumuna indiriyor. Parti içi muhaliflerin bu kararı sevinçle karşılaması, aslında bu oy hakkının siyasi dengeleri belirleyecek denli kritik olduğunun da göstergesi.
Kamuoyundaki yansımalarda ise karar, Gürsel Tekin için siyasi bir prestij kaybı olarak değerlendiriliyor. Sosyal medyada ve parti tabanında, “atandın ama seçilemezsin”, “yetkin var ama oyun yok” gibi yorumlar, kararla ortaya çıkan siyasal çelişkiyi özetliyor. Özellikle seçimle gelmeyi savunan bir partide, mahkeme kararıyla gelen bir yöneticinin oy hakkından mahrum edilmesi, partinin tabanındaki demokratik duyarlılıkları da kaşıyan bir etki yaratıyor.
Tüm bu gelişmelerin ortasında Tekin’in verdiği mesajlar ise dikkat çekici. Kararı tanımadığını, bu süreci “önemsiz” bulduğunu ifade eden açıklamaları, durumu küçümsemeye yönelik bir siyasi refleks içeriyor. Fakat gerçekte, kararın etkisinin sınırlı kalması pek mümkün değil. Kongrede oy kullanamayan bir figürün kongre sonuçları üzerinde meşru bir ağırlık kurması da kolay olmayacaktır.
Süreç, CHP için yapısal ve kültürel bir eşikten geçildiğini gösteriyor. Delegelik, yöneticilik, adaylık gibi temel rollerin nasıl ve kimler tarafından şekillendiği sorusu, sadece İstanbul özelinde değil, tüm parti örgütü için kritik hale geliyor. Gürsel Tekin üzerinden somutlaşan bu kriz, aslında CHP’nin iç işleyişine dair uzun süredir bastırılan sorunların gün yüzüne çıkmış halidir.
Geleceğe dair en önemli soru şu: Bu süreçte ortaya çıkan hukuki ve siyasi kırılmalar, partinin kendi iç hukuku ve etik ilkeleri doğrultusunda mı onarılacak, yoksa dışsal müdahalelerle mi sürüklenecek? Gürsel Tekin’in durumu, yalnızca bireysel bir politik hikâye değil, partilerin kurumsal direncine ve demokrasiye inancına dair bir testtir. Ve bu testin sonucunu sadece mahkemeler değil, sandıkta konuşacak olan delegeler ve halk belirleyecek.
Üstteki Resimden Diğer Sayfaya Geçiş Yaparak Haberin Devamını Okuyabilirsiniz..