Henüz iki yaşındayken devlet koruması altına alınan Elif, beş yaşında güzel bir ailenin yanına evlatlık verildi. Aile onu sevgiyle karşıladı; özellikle anne Ayşe Hanım, Elif’in içindeki korkuyu sevgiyle sarmak istiyordu. Fakat her şey o andan itibaren tuhaflaşmaya başladı.
Elif, annesine sarılmak istemiyor, onun dokunuşundan huzursuz oluyordu. Ayşe Hanım önce bunun küçük yaşta yaşadığı travmalardan kaynaklandığını düşündü. Psikologlar da aynı kanaatteydi: “Zamanla geçer,” dediler. Ancak Elif büyüdükçe bu mesafe azalmadı, hatta arttı.
Okula başladığında arkadaşlarına “annem bana dokunmasın diye dua ediyorum” dediği kulağa çalındı. Bu söz anne-babayı yıktı. Ayşe Hanım, yıllar boyunca içten içe kendisinde bir hata aradı. Elif’i incitmeden ona ulaşmaya çalıştı ama nafile.
Zaman hızla geçti. Elif 10 yaşına bastığında, her şey bir anda değişti. Bir gün okuldan dönerken Ayşe Hanım’ın odasında açık bırakılmış bir çekmece dikkatini çekti. Merakla baktığında bazı belgeler buldu. Bu belgeler onun kimliğine, evlat edinme sürecine dair bilgilerdi. O gece sessizce odasına çekildi, belgeleri defalarca okudu. İçinde bir şeyler kırılmış gibiydi ama ne olduğunu tam adlandıramadı.
Sonraki günlerde içine kapanmaya başladı. Uyurken çığlık atıyor, sabahları titreyerek uyanıyordu. En sonunda ailesi tekrar bir uzmana gitmeye karar verdi. Psikiyatrist bu sefer Elif’le daha derin bir çalışmaya girdi. Görüşmelerden birkaç hafta sonra Elif bir cümle kurdu:
“Gerçek annem bana dokunuyordu… ama kötü şekilde.”
Bu sözle ortam buz gibi oldu. Sessizlik içinde geçen birkaç saniyenin ardından gerçek bir çığlık gibi yankılandı. Yıllar boyunca Elif’in neden Ayşe Hanım’dan uzak durduğu, artık açıklık kazanmıştı. Elif’in biyolojik ailesiyle geçirdiği ilk yıllar, olu acı bir geçmişi barındırıyordu. Onu evlatlık veren kurum, resmi belgelerde bu travmatik ayrıntıya yer vermemişti. Aile bu gerçeği beş yıl boyunca bilmiyordu.
Ayşe Hanım yıkıldı, ama bu kez yıkıntının içinden doğru parçaları toplamaya kararlıydı. Elif’e “Artık her şey daha açık” dediğinde, küçük kız ilk defa annesinin elini kendi tuttu. O dokunuşla yılların buz dağları çözülmeye başladı.
Elif’in hikâyesi, bir çocuğun suskunluğunun bazen en yüksek çığlık olabileceğini gösterdi. Sevgi, sadece vermek değil; anlamak, sabretmek ve beklemekti. Ayşe Hanım da Elif gibi yeniden doğdu o gün. Bu sefer bir kızını kazanmakla kalmadı; geçmişin gölgesinden, geleceğin ışığına birlikte yürümeye başladılar.
Üstteki Resimden Diğer Sayfaya Geçiş Yaparak Haberin Devamını Okuyabilirsiniz..