Ben Tessa’ydım. İki yıl önce, teknoloji dünyasında adından söz ettiren, sessiz ve mütevazı Nathan Cross ile evlenmiştim. Biz, lüksün göz alıcılığından uzak durarak, hayatı sadelik içinde yaşamayı tercih eden insanlardık. O geceyse, balonun büyüsünün ortasında, merak dolu sessizliklerle dolu bir deney yaşamak istedim: konukların gözlerini, bizim kim olduğumuzla değil, olduğumuz kişiyle bakmalarını istedim.
Caterer üniformam, sıkı topladığım saçlarım, hatta makyajsız yüzüm bile bilinçliydi. Kim olduğumu gizleyerek, insanların davranışlarını açık etmek istedim—ışıklar sönerse, gerçek maskeler düşerdi. Ve düşmüştü.
Şampanya soğuk değildi; serviste acele yok muydu? Bir tabloid ismi, Vanessa, bağırdı:
— “Bu şampanya sıcak; işini doğru yap!”
Etkinlik sorumlusu, Mrs. Langford, kaba bir keyifle şöyle seslendi:
— “Adın ne, hanımefendi?”
— “Tessa.”
— “Tessa… Burada fast-food gibi davranamazsın!”
Her eleştiriye sessiz kaldım. Ama küçümsemeyle hızla dolan bu atmosfer, bir noktada kesildi ve daha da derinlemesine çirkinleşti. Bir adam, tuxedolu bir konuk, küçümser bir sesle:
— “Karidesler soğuk, işinin ne olduğunu biliyor musun?”
Sonra geldi o emir:
— “Tessa, bulaşıkları yıkamaya git!”
Bulaşıkhaneye, kaynar suyun ve yığın yığın tabakların içine yönlendirildim. Bana “gelecek vadetmeyen biri” olduğum fısıldandı. Sarhoşlaşmaya başlamış biri, alaycı bir sesle şöyle dedi:
— “Garson mutfak ekibine mi alındı? Okulunu bırakmış olmalı.”
Tam o anda, koridorda tanıdık bir ses yankılandı:
— “Beyefendi… karımı gören var mı?”
Sessizlik. Ve bir adım seslendi.
Nathan kapıda belirdi. Gözleri şaşkınlıkla dolu, yüzünde bir hayal kırıklığı kokan ifade vardı.
— “Neden böyle giyindin?” diye sordu.
— “Misafirlerimizi tanımak istedim,” dedim.
Cümlesizliği fırsat bilip çıktı içimden:
— “Beni umursamadınız çünkü kim olduğuma inanmadınız. Ya gerçekten çalışan biri olsaydım? Kim beni korurdu?”
Nathan sahneye çıkıp sesini yükseltti:
— “Bu balo, ihtiyacı olan çocuklara yardım etmek içindi. Ve siz, tam da kalbiniz oradayken ona sırt çevirdiniz.”
Ertesi sabah, bir sel gibi özür mektupları geldi. Bazı isimler, bir yardım projesine destek vereceklerine dair taahhüt sundular. Ailemiz için bu deneyim, yalnızca bir “iş” değil; sınıfları yıkan, insan ayırımcılığının yüzünü tam da aynasında gösteren bir testti.
Nihayet bir kahve masasında, sessizliğin içindeki şaşkınlığımla sordum:
— “Pişman mısın?”
Gözlerimde bir zarafeti muhafaza ederek, sadece bir nefesle yanıtladım:
— “Sadece bunun gerekmesi beni üzdü. Ama bu aynaya baktığım için pişman değilim.”
Üstteki Resimden Diğer Sayfaya Geçiş Yaparak Haberin Devamını Okuyabilirsiniz..