Gelin Gülizar, ağanın sözünü dinler, gözlerini kapatır, elini uzatır.
Ağa, kıkırdayarak bir şey tutuşturur eline. Gülizar merakla parmaklarını yoklar, ama ne tuttuğunu anlayamaz. Yumuşak mı sert mi, sıcak mı soğuk mu, bir tuhaf!
— “Kayınbabacığım, bu ne?” diye sorar, gözleri hâlâ kapalı. Ağa, sesini iyice kalınlaştırıp, sırıtarak:
— “Bu, ineğin memesi kızım! Sağmaya başla, bakalım marifetin!” Gülizar, işi ciddiye alır, başlar sıkmaya. Ama bir gariplik var; ne süt geliyor ne de başka bir şey! Ağa kahkahayı patlatır:
— “Yahu kızım, bu ineğin memesi değil, benim eski çorabım! İnek sağmayı bilmem dedin, bari çorap sıkmayı öğren!” Gülizar gözlerini açar, elinde buruşuk, mis kokulu (!) bir çorap. Yüzü kıpkırmızı, ama o da kendini tutamaz, gülmeye başlar. Ağa, göz kırpar: —
“Hadi bakalım, yarın sahiden inek sağıcaz, ama önce çorapları yıka, alıştırma oldu bu!”
Üstteki Resimden Diğer Sayfaya Geçiş Yaparak Haberin Devamını Okuyabilirsiniz..