Değerli okurlarım,
Emre Pekçetinkaya benim asistanım. Bir yazı gönderdi; okuyunca sizin de ilgilenebileceğinizi düşündüm. İzniyle paylaşıyorum. Yorum ve görüşlerinizi eminim o da benim kadar merak ediyordur. Sağlıklı günler dileğim ve sevgimle.
Çocukken, sobanın yandığı odadan çıkıp kapıyı örtmeyi unuttuğumda, başta evin büyüklerinden olmak üzere arkamdan bir ses duyardım; “Kapıyı örtsene oğlum, elin arkana yetişmiyor mu?!”
Hafif öfkeli ve keskin bir sesti bu, öbür odalardan gelen soğuktan daha çok titretirdi içimi. Hemen dönüp kapıyı örterdim. Fakat en hızlı öğrenip en hızlı da unuttuğum alışkanlığımdı bu. Biraz sonra çocuk tez canlılığımla hoplaya zıplaya odadan çıkarken örtmeyi yine unuturdum. Ve tekrar duyulurdu bilindik o sesler.
Ardımda bıraktığım sıcaklıkla işim kalmadığı için unutuyordum belki. Sonuçta bir müddet bana faydası olmayacaktı. Yaşımdan olsa gerek, o sıcaklığın birazdan bana yine lazım olacağını ve evde benden başkalarının da buna ihtiyaç duyduğunu bir türlü aklımda tutamazdım.
Bu gibi ihmal durumlarında “kıymetini bilin, boşuna mı çalışıyoruz!” gibi yakınma sözleri de duyardım ardım sıra. Bu sözlere öfkeli ve derin bir soluk alış eşlik ederdi. Arkasında güçlü anlamlar olduğunu sezsem de çocuk aklımın anlayamayacağı kadar anlaşılmaz gelirdi.
Küçük dünyamın gerçekleriyle ilişkiler kurarak, empati yaparak, aklıma saygı duyarak bir sohbet içinde anlatılmadığı için ne demek istenildiğini anlayamazdım. Ne kadar sertçe söylenmiş olursa olsun “kapıyı ört!”, “içeriyi soğutma!” gibi sözler yalnızca o anki davranışımı düzeltirdi.
Evet kapıyı örterdim ama tam anlamıyla neden örttüğümü bilmezdim. “Boşuna çalışmak”, “kıymet bilmek” gibi sözlerin anlamları benim için ulaşılmaz olmaya devam ederdi.
Şimdilerde kapı örtme meselesinin ardındaki sebepleri ve bu sözlerin anlamını daha iyi görebiliyorum. Öyle ki kapının açık kalması demek, odanın soğuması demekti, yani kömürün boşuna yanmasıydı. Kömür için para veriliyordu.
Para için çalışılıyor emek ve zaman veriliyordu. Şöyle biraz dikkatli bakıldığında bir parça kömür için ömürden de bir parça verilmişti. Demek oluyor ki kapı açık bırakıldığında sobada boşu boşuna yanacak olan sadece kömür değil, aynı zamanda ömürdü.
Bu, ihmale ve ciddiyetsizliğe yer bırakmayacak kadar önemli bir gerçekti. Ve bir çatı altında yaşayanlar olarak, odadan çıkan kişinin ortamın zorunlu kıldığı sorumluluğu bilmesi, dolayısıyla geride kalanların hakkını gözeterek kapıyı örtmesi beklenirdi.
Ayrıca bir insanın ihtiyaçlarını karşılamak için ömründen verdiği tek şey emeği ve zamanı değildi. Feda ettiği ya da bir türlü fırsat bulamadığı pek çok başka şey de vardı. Çalışarak kendisinin ve bizlerin türlü ihtiyaçlarını karşılayan babamı düşünelim.
Bizler ihtiyaçlarımızı karşılarken daha bilinçli olursak babamın kendisine ve bize ayırabileceği zaman ya da bütçe de artmış olacaktı. Ve o zaman hoşuna giden, insanın yaşamını tatlandıran şeyleri daha çok yapmaya fırsatı olurdu belki. Sevdiği bir türküyü dinlerdi veya balık tutmaya giderdi ara sıra kim bilir.
Ya da kafasının içi bir parça daha rahat olup bizlerle daha çok zaman geçirebilirdi; mesela kendisine yanaşmaya fırsat kolladığımı fark eder, “Haydi bi güreş tutalım, amma gıdıklamak yok haaa!” derdi belki.
Hayatlarımıza anlam ve zenginlik katabilecek duygu ve eylemler biraz da olsa artardı. Yani eğer kapı açık bırakılırsa, soba daha çok kömür yakacak, babam daha çok çalışacak, aramızdaki mesafe bir parça daha artacaktı. Ve kendisi için, bizler için yapabileceği güzel şeyler de biraz biraz yok olacaktı…
İsraf edilen her bir şeyin arkasında bir insanın zamanı, emeği, hayalleri, yaşayamadığı ve yaşatamadığı duyguları da vardı. Annem ve babam bu yüzden kapıyı kapatmayı hiç unutmazlardı.
Kömür için ödenen bedelin görünenden daha büyük olduğunu içten içe biliyorlardı muhakkak. Ve doğru şekilde anlatılabilseydi biz çocuklar da bunun farkına daha erken varırdık belki…
Emre Pekçetinkaya